Kan Nakli Nedir, Nasıl Yapılır ?
Kan içinde bulunan hücresel yapılar ve sıvı kısmı ile vücudun pek çok işlevi için olmazsa olmaz bir organdır. Kan içinde bulunan kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) görevini yapamaması halinde insan yaşamı dakikalar içinde sona erer, çünkü bu hücreler tüm vücudun oksijen ihtiyacını karşılarken, oksijen kullanımı sonucu açığa çıkan karbondioksit gazının vücuttan atılmasını sağlarlar.
Kan içinde bulunan beyaz kan hücreleri (akyuvar) ise vücudun gün boyu milyarlarcası ile karşılaştığı çeşitli mikroplara karşı vücudu düzenli bir ordu gibi savunur. Bir yandan da vücuda giren mikropların daha sonra gelmesi riskine karşı onlarla ilgili bilgileri özel hücrelerin hafızasına kaydeder. Kan pulcukları (trombosit) ise herhangi bir yaralanma durumunda derhal devreye girer ve kanama olan bölgede bir araya gelerek kanamayı durdururlar.
Kanın sıvı kısmı (plazma) ise bir yandan pıhtılaşma ve vücut savunması için özel maddeler içerirken, diğer yandan da vücuttaki tüm hücrelerin beslenme ve yaşamını sürdürmesi için gerekli maddeleri taşır.
Vücudumuz için olmazsa olmaz diyebileceğimiz kanın üretilememesi veya hızlı kaybedilmesi durumunda, ilgili kan bölümü yerine konduğunda, aksi halde ölümle bile sonuçlanabilecek durumları engeller. Günümüzde kolayca yapılabilen kan ürünlerinin bir kişiden diğerine transferi daha 20. yüzyılın başında imkansız olarak görülen bir durum idi.
Bilinen ilk kan transfüzyonu deneyimi 1492 yılında üç kişiden alınan kanın Papa VII. Innocent’a verilmesi şeklinde olmuş, bu deneyim papa ve üç kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu ve benzeri kötü deneyimlerin pek çok sebebi vardır.
Ancak iki önemli teknik sorun kan vermenin bu derece gecikmesine yol açmıştır. Bir tanesi kanın herhangi bir kap içine konulduğunda pıhtılaşması ve bunun başka bir kişiye verilirken pıhtıların önemli damarları tıkamasıdır. Diğer sorun ise insanların dört ayrı kan grubuna sahip olması ve uygun olmayan kan grubundan verilen kanın ölümle sonuçlanabilen reaksiyonlar vermesidir. Bu sorunların aşılması için 1869 yılında Braxton Hicks tarafından kan pıhtılaşmasını engelleyici ilk keşfin yapılması ve 1901 yılında Kari Lendsteiner tarafından, ilk olarak kan gruplarının (A, B, O) keşfedilmesi gerekmiştir.
Kan gruplarının keşfi Kari Lendsteiner’a Nobel ödülünü kazandırmıştır. İkinci dünya savaşı büyük yıkımlara yol açmakla birlikte, kan nakli ve saklanması ile ilgili önemli keşifleri beraberinde getirmiştir. İkinci dünya savaşı sonrasında kan nakli başta Amerika Birleşik devletleri olmak üzere tüm dünyada yaygınlaşmış, sonrasında günümüz modern kan bankacılığı sistemi ve standartları oluşmuştur.
Kan ilk başlarda tüm bölümleri ile verilirken, buna bağlı aşırı reaksiyon olması, ihtiyaç olmayan kısmın, ihtiyacı olan başka insanlar için kullanılması ve kanın sadece belli kısımlarını vücuttan toplayabilen makinelerin icat edilmesi ile modern kan bankacılığı sisteminde ihtiyaç olan kan bölümünün verilmesi temel kabul haline gelmiştir.
Kan dört ayrı kısımdan oluşmaktadır. Alyuvarların bulunduğu kan kısmına eritrosit süspansiyonu adı verilir, aşırı kan kaybı, ameliyatlarda olan kan kaybı, kanın bazı sebeplerle vücut içinde yıkılması veya kanın vücut tarafından üretilememesi gibi durumlarda bu kısım hastaya verilir. Bu kısmın verilebilmesi için kan grubunun uyumlu olması şarttır, aksi halde verilen kan vücutta hızla parçalanır ve buna bağlı ölüm ya da ciddi organ hasan ile sonuçlanan problemler oluşabilir.
Kan pulcuklarının içinde bulunduğu kan kısmına kan pulcukları (trombosit) süspansiyonu adı verilir, bu kısım genellikle bazı kanser ilacı verilen kişilerde ya da vücudun bu maddeyi üretemediği veya bu hücreleri yabancı zannederek parçaladığı durumlarda eksilir. Eksikliği hayatı tehdit eden beyin kanaması veya mide kanaması gibi durumlara sebep olabilir, bunu engellemek için kan pulcuğu eksikliği olan hastalara bu kısım verilir.
Plazma adı verilen kanın sıvı kısmı kişide eksik olmaz, ancak bu kısımda bulunan pıhtılaşmayı sağlayan maddeler doğuştan ya da bazı hastalıklar (Hemofili gibi) sırasında azalabilir, bu durum aşırı kanamalar özellikle kas ve eklem içine kanamalara yol açabilir, bu sebeple hastalara eksik olan kısım plazma olarak verilir.
Akyuvar eksikliği vücudun mikroplara karşı savunmasını zaafa uğratır, ancak özel şartlar dışında ve özel makinelerle bizzat kan verecek kişinin vücudundan alınmadan akyuvar başkasına verilmez. Bu eksiklikte oluşan sorunlar için çok güçlü ve pek çok mikroba etkili antibiyotikler kullanılır.
Kan bu derece önemli olsa da kanın ihtiyacı olamayan kişilere gelişigüzel verilmesi asla tasvip edilmez. Bunun sebebi kan verilmesinin pek çok yan etkisinin olması ve bu yan etkilerin zaman zaman ölüme yol açabilmesidir. Kan verilirken kişilerde oluşabilen ateş ve titreme gibi hafif yan etkiler olabileceği gibi verilen kana bağlı ölümle sonuçlanabilen alerjik yan etkiler de söz konusudur.
Bunun dışında verilen kan ile geçebilen ve kan veren kişide o an belirtisi olmayan, hepatit, frengi, AiDS ve bazı nadir virüs enfeksiyonları kan alan kişi için aynı hastalıkla sonuçlanabilir. Güvenli olduğu için akrabadan alınan kanın hastaya verilmesi ise, ölümle sonuçlanan kemik iliği yetmezliği ve tüm organların hızla bozulmasına yol açan bir hastalığa sebep olabilir.
Bütün bunlardan dolayı modern kan bankacılığının temel sloganı “En iyi kan hastaya verilmeyen kandır” şeklindedir. Halen kan ve kan ürünleri suni olarak üretilememektedir. Bu sebeple kan ve kan ürünleri insanların gönüllü bağışı ile başka insanlara verilebilir, (Ülkemizde ne yazık ki halihazırdaki gönüllü kan bağışı hastaların tüm ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır. Bu sebeple pek çok hastane kan ihtiyacını, ihtiyacı olan hasta ve yakınlarınca temin edilen kişilerden elde etmektedir.